10 Haziran 2012

Ustalara saygı

Geçen hafta Karaköy'den vapurla Kadıköy'e geçerken, vapur kalkana kadar bir süre oturduğum Karaköy Starbucks'ta telefonumun şarj kablosunu unutmuştum. Dalgınlık işte. Önce fazla üstünde durmadım, gidip almayı da düşünmedim açıkçası. Gelin görün ki aynısından satın almaya kalkıp da fiyatının 85 TL olduğunu öğrenince bu Pazar günü vapurla tekrar Karaköy'e geçmek farz oldu. Ne de olsa telefon bizim kıymetlimiz, onla hummalı bir aşk yaşadık koskoca iki ay boyunca. Onun da gönlünü edelim dedik, sevgili kardeşim Yiğit'le birlikte Kadıköy'den 11:00 vapuruna bindik.  


Bu günün programını hafta içinde yapmıştık. Önce Starbucks'tan kabloyu alacağız, ardından Karaköy Namlı'da güzel bir kahvaltı. Oradan ver elini Bebek. Bebek festivali neyin bir şey varmış. Gidelim görelim bakalım, cemiyet hayatının seçkinleri ve zenginler neler yaparmış :) Akşamında da Boğaziçi Ünüversitesi'nin mezunlar partisi. Kardeşim Yiğit Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği mezunu; kendisiyle gurur duyuyorum! Çiçek gibi program yani...

Hayat ne güzel sürprizler sunuyor insana. Sen yeter ki kalbini temiz tut...

Namlı'ya bir vardık ki, kapıda kuyruk,  millet sırada bekliyor. Ne o?! Birileri kalkacak da sıra sana gelecek, sen de sıra bekleyen onca kalabalığın bakışları önünde kahvaltı keyfi yapacaksın?! Yok yahu, bize ters. Zaten şu eğlence yerlerinin ve restoranların önünde sıra bekleyen insanları hiçbir zaman anlamam. Ulan, sanki bedava veriyorlar. Hemen yan taraftaki Güllüoğlu'na geçtik. Söylemesi ayıp üç porsiyon su böreği, yanında ayran, ardından çay. Oh ne güzel oldu, hem de ucuz oldu.  

Karnımız doydu, neşemiz yerine geldi, ufak ufak Beşiktaş'a doğru yürümeye başladık. Yol boyunca sağlı sollu ilanlar ! "Üç Usta... Leonardo, Michelangelo, Raffaello", hem de istanbul'da, ayağımıza gelmişler. Ne diyorsun ?!...

- Yiğit, nerede bu Tophane-i Amire?
- Abi, yolun hemen karşısında.
- Yürü!...

Soluğu aldık Tophane-i Amire'de. Rönesans'ın bu üç büyük dahisinin eserlerinin gerçek boyutlu replikaları, dönemin ruhunu anlatan mükemmel bir sunumla sergileniyor. Sergide gezerken, bir yandan da tüm eserlerin hikayelerini ve detaylarını kulaklıktan dinleyebiliyorsun. Muhteşem bir şey yani; kelimelerle ifade edilmez, tadından yenmez.

Michelangelo'nun Davut heykelinin 5 metre boyunda gerçek boyutlu replikası
  
Leonardo'nun "Son akşam yemeği" resminin karşısındaki koltukta uzun uzun oturduk. Size bir şey söyleyeyim mi; Dan Brown'un "Da Vinci şifresi" kitabında anlattığı, kutsal kasenin aslında kadın rahmini simgeleyen V harfi olduğu ve Hz. İsa'nın Mecdelli Meryem'den çocukları olup soyunun sürdüğü hikayesine, ben ciddi ciddi inanıyorum.

   Leonardo da Vinci tarafından Milano'da bir kilisenin duvarına yapılmış olan "Son akşam yemeği" tablosu 


Vitruvius adamı :)

Henüz aynanın icat edilmediği ve onun yerine parlatılmış metal yüzeylerin kullanıldığı bir dönemde Leonardo da Vinci'nin bir "Aynalı oda" tasarlamış olması insanı gerçekten çok şaşırtıyor. Anatomi konusunda uzman olan Leonardo, muhtemelen bu tüm duvarları ayna ile kaplı odada insan vücudunu, ki bu kendi vücudu olacak tabii ki,  her açıdan tüm detaylarıyla görebilmeyi  tasarlamıştı kafasında. Bu da kendisinden beş yüz yıl sonra bize nasip oldu.

Aynalı odada panoramik olarak çektiğim fotoğraf

Sergiye girerken kafamda Leonardo>Michelangelo>Raffaello şeklinde bir denklem vardı. Raffael'in "Atina Okulu" tablosunun önünde uzunca bir süre oturup tabloyu seyrettikten sonra bu denklemi Leonardo=Michelangelo=Raffaello şeklinde düzelttim. Özür dilerim Raffaello; senin büyüklüğünü bilememişim. Böyle diyorum, çünkü aslı Vatikan'da Aziz Petrus bazilikasında olan bu tabloyu, hem de Vatikan'a ve Aziz Petrus bazilikasına gitmiş olmama rağmen, o zaman farkedememiş, muhteşemliğinin hakkını verememişim maalesef.  Floransa'da Ufizi Galerisi'nde ustanın diğer bazı eserlerini görmüş ve hayranlığımızı bolcana ifade etmişliğimiz de vardır ama.  Bu arada nedense bu tablo bana yıllar önce satın aldığım ama bir türlü fırsat bulup da okuyamadığım " Tanrılar Okulu" kitabını hatırlattı. Bu hafta o kitaba başlamayı düşünüyorum.

"Atina Okulu" tablosu. Rafaello'nun 37 yaşında ölmüş olması ne kadar üzücü. Ölüm de var işte...

Of ne gündü yahu... Bu böyle tek yazıda anlatılmaz. Bizim "Kısa İstanbul Turu" gibi en iyisi mi biz bunu da bir kaç kısma bölelim. Yoksa bu yazı pehlivan tefrikası gibi uzayıp gidecek, gelin burada bir es verelim.

Sergiden çıkar çıkmaz ve aklımda hala "Atina Okulu" varken bu sokak tabelasıyla karşılaşmak beni gülümsetti. Birileri üflüyor. Phüüüuuu!

Günün devamı nasıl geçti derseniz, size şu kadarını söyleyeyim. Ustalardan aldığımız o gazla Bebek'e kadar yürüyerek gittik iyi mi?!... Buyurun sizler için bir kaç adet de fragman niteliğinde fotoğraf. Efendim arkası yarın, şimdilik esen kalın.

Tolga Al 11.06.2012 01:15 Erenköy
















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yazarak bize destek olabilirsiniz !