25 Haziran 2011

Dıgıdık! Dıgıdık!


(İlk yayınlanma tarihi 25.06.2011)

Ulu önder Gazi Mustafa Kemal adına düzenlenen geleneksel Gazi Koşusu’nun 85’incisi bu Pazar günü her zaman olduğu gibi İstanbul Veliefendi hipodromunda koşulacak. Bendeniz de neredeyse yirmi yıl aradan sonra yeniden Veliefendi Hipodromu’na giderek bu büyük heyecanı yerinde yaşama fırsatı bulacağım. Az önce Bakırköy’lü eski arkadaşlarımla yarın için Veliefendi programını yaptım. At yarışı, Veliefendi , Gazi Koşusu deyince da aklıma bir dolu eski hatıralar geldi ve hemen soluğu bilgisayarın başında aldım.

Malumunuz, Veliefendi Hipodromu’nun bulunduğu Osmaniye semti Bakırköy’ün hemen yanıbaşındadır. Hal böyle olunca da at yarışı geleneği ve kültürü her zaman için Bakırköy’de ve Bakırköylüler arasında önemli bir yere sahip olmuştur.

Veliefendi ile ilgili çocukluk hatıralarım arasında en eskisi, daha önce de bahsettiğim gibi o yıllarda işyeri Bakırköy’de olan babamın arkadaşlarından İhsan Amca, nam-ı diğer Püf İhsan’ın bizi, görevli olmayanların girişinin yasak olduğu Veliefendi’nin ahırlarına ve padok sahasına sokuşudur. Benim henüz yedi sekiz yaşlarında olduğum o yıllarda at yarışları beyler için büyük bir heyecan ve tutku olmakla birlikte, ailenin diğer üyeleri olan biz çocuklar ve anneler için de bir haftasonu eğlencesi niteliği taşıyordu. O zamanlar Veliefendi Hipodromu’nun girişinin sağ tarafında kalan geniş yeşil alan, adeta bir mesire yeri gibi hizmet vermekteydi. Aileler tahtadan yapılmış masalara sıra sıra kurulur, bir yandan mangal keyfi yapılır, bir yandan biz çocukları hipodromun diğer tarafında ve hayli uzakta olan bahis kulübelerine göndermek suretiyle at yarışı oynanır, bir yandan rakılar içilir, çoluk çocuk, bağırış çağırış keyifli Pazar günleri geçirilirdi.

Biz çocuklar için babalarımızın elimize tutuşturduğu kağıtlardaki notlar ve yanında bir miktar para ile birlikte oyunu yarıda bırakıp taa diğer tarafa gitmek, uzun süre sırada bekleyerek ikili bahis, ganyan gibi türlü türlü bahis kuponlarını yatırmak adeta bir işkenceydi. Yarışlar her yarım saatte bir olurdu. Hiç unutmam bir keresinde, bizden yaşça büyük çocuklardan biri bir uyanıklık yapmıştı. Babası her seferinde bunu bahise gönderiyor, bahisler her seferinde yatıyor, bizimki o kadar yolu boşu boşuna gittiğiyle kalıyor, üstelik paralar da havaya uçuyordu. Hal böyle olunca fırlamanın aklına dahiyane bir fikir gelir ve babasının eline tutuşturduğu bahis kuponlarını yatırmak yerine paralarını cebine indirmeye başlar. Böylelikle hem onca yolu haybeye gitmemiş olur hem oyununa devam eder, yarış sonunda her zaman olduğu gibi kupon yatınca da hiç bir şey olmamış gibi hayatına devam eder. Gelin görün ki, uyanığın foyası günün son yarışının finişiyle birlikte kopan, o saate kadar içtiği rakılarla biraz da çakır keyif olmuş babasının “ Yaşasın!!! “ nidasıyla ortaya çıktı. Evet, baba yarışın sonucunu doğru tahmin etmişti. Ama gelin görün ki ortada yatırılmış bir kupon yoktu. O çocuğun babasından fellik fellik kaçışı, babasının onu ayağında terliklerle bir oraya bir buraya kovalayışı ve sonunda zavallının yediği bir araba dolusu dayak bugün bile gözümün önünden gitmez...

Biz dönelim yine Püf İhsan’a. Püf İhsan, sevgili babamın belli bir dönem sıkça yanında gördüğümüz, ancak sonrasında sırra kadem basıp yok olan ilginç arkadaşlarından biriydi. Lakabının nereden geldiğini maalesef bilemiyorum. Bakırköy çarşısında esnaf olan Püf İhsan aynı zamanda da bir yarış atı antrenörüydü ve kendi atları da vardı. Yine böyle pikniğe gittiğimiz bir Pazar günü kendisi bizi padok girişinde karşılamış, içeri sokmuş ve ahırların, atların, seyislerin, jokeylerin arasında keyifli bir tur yaptırmıştı. Başta ben olmak üzere ailece kendimizi pek bir ayrıcalıklı hissetmiştik o gün. Yarış günü olduğu için her tarafta büyük bir heyecan ve yoğun hareketlilik vardı. Ahırların arasında kısa bir turdan sonra İhsan bizi kendi atının bulunduğu bölüme götürdü. On beş yaşının üstünde, yarış kariyerini çoktan bitirmiş ve artık damızlık olarak hizmet vermekte olan İngiliz kısrağının yarış tahtasındaki adı “Hamiyet” olmakla beraber, Püf İhsan kendisini “ Kart Orospu” diyerek seviyordu. Bıçkın, alemci ve keyifli bir adamdı Püf İhsan; hani ağzına küfür yakışan bazı adamlar vardır ya, işte o türden... Yanında bizler olmamıza karşın, dişlerinin arasına bir de sigara sıkıştırdığı ağzından, derin bir kahkahayla karışık futursuzca çıkan “Kart Orospu“ sözü insana rahatsızlık vermiyor, bilakis güldürüyordu. Beni Kart Orospu’nun, pardon Hamiyet’in sırtına oturttular. İngiliz atlarının yüksekliği neredeyse iki metre. Şuncacık ben tabi başta biraz tedirgin oldum. Bunun üzerine İhsan Amca, atın ne kadar uysal olduğunu göstermek maksadıyla, gömleğinin kollarını sıyırıp neredeyse dirseğine kadar kolunu atın ağzına sokarak, hayvanın pabuç gibi dilini tutup yarım metre dışarı çekmek suretiyle kısa bir şov yapınca, rahatladım. Evet, Hamiyet gerçekten uysal bir attı...

Yine o dönem babamın arkadaşlarından biri de Gazi kupası kazanmış bir at sahibi olan Yücel Birol’du. Gazi koşusunu kazanan atının adı Vidar’dı ve hatta o yıllarda Sinema 74’ün sokağında bulunan mağazasının adını da “Vidar” koymuştu. Bir akşam Yücel Bey’lerin Ataköy’deki evlerine misafirliğe gitmiştik ve o akşam salondaki büfede Vidar’ın kazanmış olduğu Gazi Kupası’nı yakından görmüş, hatta ona dokunmuştum. Ancak o akşam benim daha çok ilgimi çeken ve hafızamda iz bırakan şey, kupalardan ziyade hali vakti yerinde bir adam olan Yücel Bey’in o yıllarda çok moda olan geniş tabla şeklindeki yan yana dizilmiş müzik setleri olmuştu.

Çevremizde sadece at sahipleri yoktu tabii. Mesela ünlü jokey Süleyman Akdı’nın kız kardeşi bizim sokakta otururdu ve Süleyman Akdı’yı sık sık mahallemize gelip giderken görürdük. Efsane jokeylerden Ekrem Kurt’un oğlu da, Ataköy Deniz Kulübü’ndeki abilerimizden biri olan Fatih Abi’ydi.

O yıllarda Bakırköy’de bir çok altılı ganyan bayii vardı. Bu bayilerden bazıları aynı zamanda kahvehane olarak da hizmet verirdi ve özellikle yarış günleri yarış aleminin duayenleri, at sahipleri , büyük bahisçiler, eski kulağı kesikler, hepsi buralarda toplanırdı. Bazı Pazar sabahları babam beni de yanına alarak bu kahvelere götürür, orada yoğun sigara dumanı ve bitmez tükenmez bir tüyo muhabbeti arasında birlikte altılı ganyan oynardık. O zamanlar bahisler şimdiki gibi elektronik olarak oynanmaz, kendinden karbonlu altı yapraklı kağıt kuponlara doldurulur, bu kuponların üzerine bir de pul yapıştırılır, nüshalardan biri bahis oynayana verilir, diğer nüshalar ise muhakkak yarışlar başlamadan belli bir süre öncesinde, bayii sahibi tarafından Veliefendi’ye götürülerek elden teslim edilirdi. Yarışların başlamasına yakın, bu kahvelerde “Beyler kuponları bağlayalım! Ahmet (veya her kimse) gidiyor! “ gibi duyurular yapılırdı. Tabii bu iptidai yöntemden dolayı, yukarıda anlattığım masum bahis yolsuzluğuna benzer, kuponların zamanında yetiştirilememesi, ya da oynanmış büyük meblağlı kuponların bilerek yatırılmaması gibi olaylar da sık sık yaşanır ve at yarışı müdavimleri arasında sıkça konuşulurdu.

O yıllardan hatırımda kalan bir ayrıntı da, dükkanların duvarına, tutulan futbol takımının kadro posterlerinin yanısıra dönemin ünlü atlarının resimlerinin de asılıyor olmasıdır. Mesela Ebuzziya caddesi üzerindeki manav Ruşen’in duvarında beyaz renkli ünlü bir İngiliz aygırı olan Tünkut’un posteri olduğunu çok net hatırlıyorum. Demek ki eskiden gazete ve dergiler bu tarz posterler de veriyordu... Bunlar genelde o esnafa bahiste para kazandırmış atlar olurdu. Ünlü atlar demişken, Tünkut’un yanı sıra eskilerden aklımda kalan Cartegena, Seren , Devir, Yavuzhan, Karayel, Nadas, Hafız, Abbas, Uğurtay, Haberbatur, Sunday Surprise gibi ünlü safkanları sayabilirim. O yıllarda, ölen atlar Veliefendi yarış pistinin ortasındaki boş araziye rastgele gömülürdü. Şimdi nasıl bir yöntem izleniyor bilemiyorum. Sözünü ettiğim ganyan kahvelerinden birinde, bir yarışseverin Seren isimli aygır öldüğünde çok üzüldüğünü ve şöyle bir fikir ortaya attığını hatırlıyorum: “ Abi, bu hayvandan çok kişi ekmek yedi. Bu atı öylece arsaya atmaktansa postundan cüzdan filan yapıp satsalar fena mı olur? Eminim herkes almak isteyecektir...” Gerçekten çılgın bir proje değil mi? Ben gerçekleşmiş olduğunu pek zannetmiyorum.

Polonezköy'de çekilmiş bir fotoğraf. Arkada oturan çocuğu tanıdınız mı?
Neyse, sizi daha fazla sıkmayalım. Yarın 85. Gazi Koşusu’nu seyretmek üzere Veliefendi’ye gidiyorum. Veliefendi’nin tarihi, ilginç bahis hikayeleri ve bazı başka anıları da bir sonraki yazımıza saklayalım. Bakarsınız şansımız yaver gider, bir de tatil parası kazanırız. Ne demişler: “ At koşar, baht kazanır “ .

Bana yarın için şans dileyin efendim. Şimdilik esen kalın...

Tolga AL

25.06.2011 Erenköy İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yazarak bize destek olabilirsiniz !