20 Şubat 2011

Oscar'ı beklerken...

Oscar ödülleri ile ilgili ilk hayal kırıklığımı 1990 senesinde yaşamıştım. O sene, Martin Scorsese'nin doyumsuz mafya üçlemesinin ikinci filmi olan ve derhal "İlk on" listemdeki yerini alan Goodfellas yerine, hem "En iyi film" hem de "En iyi yönetmen" ödülleri, Kevin Costner'in ilk yönetmenlik denemesi olan ve ABD tarihinde Kızılderililere yapılan zulmü gözler önüne sermesi dışında kanımca başka bir artısı olmayan Kurtlarla Dans filmine verilmişti. Kevin Costner'in bu filmin ardından soyunduğu iki yönetmenlik denemesinde Waterworld ve Postacı ile ortaya koyduğu performans, sanırım o sene yapılan haksızlığın en iyi kanıtlarıdır. Zaten devamında da yönetmenlik hevesinden vazgeçti kendisi...


Benim için esas yıkıcı olan darbe ise 1998 senesinde geldi. O sene adaylar arasında " Er Ryan'ı kurtarmak" ve "Thin Red Line" gibi iki destansı yapıt varken "En iyi film" ödülü , bence hafif bir romantik komedi olmaktan öteye geçemeyen ve başrolünde bizim Doğuş'un oynadığı (!) Shakespeare in Love filmine gitti. Neyse ki o sene akademi, hakkını teslim ederek en iyi yönetmen ödülünü Steven Spielberg'e verme büyüklüğünü gösterdi.


Haydi bunu da hazmettik... Daha sonraki yıllarda yaşanan bazı tuhaflıkların üzerinde bile durmuyorum. Mesela 2004'te "En iyi erkek oyuncu" ödülünün Mystic River'daki rolü ile Sean Penn'e verilmesi ?!... Hala anlayabilmiş değilim.

Hepsi bir yana ama en son geçen sene yaşanan skandal, Oscar ile aramdaki bütün bağları kopardı. Bence hem sinema tarihinde hem de insanlık bilincinde çığır açan, baştan sona ağzım açık seyrettiğim Avatar dururken, hem "En iyi film" hem " En iyi yönetmen" ödüllerinin sıradan bir savaş filmi olan The Hurt Locker'a ( bu ismin de ne anlama geldiğini anlayabilmiş değilim, bilen varsa bana açıklasın lütfen...) verilmesini, inanın hala hazmedemiyorum ! Zaten bu filmin, en iyi film Oscar ödülünü kazanıp da en az hasılat yapan film olma rekorunu elinde bulundurması, bunun ne kadar skandal bir karar olduğunu ispatlıyor sanırım ( Bütçe : 11 Milyon Dolar , Toplam Hasılat : 12 Milyon Dolar ).

Akademi, gerçekten de bazen insanı çileden çıkarabiliyor. Bazen de, aynı sene içinde çekilmiş birden fazla iyi filmin birlikte aday olması, aralarından biri ya da birkaçı için şanssızlık olabiliyor.


Adaylığı olmasına karşın hiç ödül alamayan bazı unutulmaz filmler (aday olduğu kategori sayısı):
  • The Shawshank Redemption - 1994 (7)
  • Taxi Driver - 1976 (4)
  • Psycho - 1960 (4)
  • Empire of the Sun - 1987 (6)
  • The Color Purple - 1985 (11)
  • The Remains of the Day - 1993 (8)

Ek bir ilginç bilgi daha...Bugüne kadar Oscar ödülünü reddetme kudretini gösterebilen sadece iki kişi olmuş. Bu kişiler Patton filmindeki rolü ile bu ödüle layık görülen George.C. Scott ve Godfather filmindeki rolüyle ödülü kazanan Marlon Brando. George C. Scott'ın gerekçesi canlandırdığı General Patton karakterini gerçek hayatta asla tasvip etmemesiydi. Marlon Brando ise Yerli Amerikan halkına yapılan haksızlıklara dikkat çekmek için ödülü geri çevirmişti. Ancak kendisinin daha önce Rıhtımlar Üzerinde filmindeki rolüyle kazandığı bir Oscar ödülü daha bulunduğunu hatırlatalım.




* * *

Sinema bizim dünyamız... Bazen politik kararlar verilse de, sırf gönül almak için ödüller dağıtılsa da, kızsak da, eleştirsek de... 27 Şubat gecesi televizyon karşısına geçip her sene olduğu gibi büyük bir heyecanla Oscar ödül törenini izleyeceğiz. Her yıl geleneksel olarak o sene içinde hayata veda etmiş olan sinema insanlarının tek tek anıldığı ve bütün salonun ayakta alkışlayarak saygı duruşunda bulunduğu bölümde yine duygulanacağız...


Bu küçük heykelcikle benim de buruk bir anım vardır aslında. 1995 senesinde bir vesileyle Los Angeles şehrine gitme imkanım olmuştu. Peşinen söyleyeyim ki Hollywood Bulvarı denen yer hiç de öyle hayal ettiğimiz gibi bir yer değil. Her köşe başından ünlü bir sima filan çıkmıyor. Yıldızlarından ziyade, adım başı benden sigara isteyen cankileriyle hatırladığım, tamamen turistik, mağazalarla dolu uzunca bir cadde. Hediyelik eşya mağazaları özellikle meşhur Çin Tiyatrosu çevresinde yoğunlaşmış. İşte o yanyana dizili hediyelik eşya mağazalarında çok hoş bir hediye satılıyor. Gerçek boyutlu Oscar heykelciklerini, üzerilerinde yazılı "En iyi Baba" , "En iyi Anne", "En iyi Koca", "En iyi Sevgili" gibi türlü kategorilerle satın alabiliyorsunuz. Ne kadar güzel bir hediye fikri değil mi ?... O vakitler hayatımda bir " En iyi Sevgili " yoktu. Hoş, hiçbir zaman da olmadı gerçi... Ancak gelin görün ki, bazen insanın basireti bağlanır ya hani... o olmayan sevgiliyi düşünürken... iyi bir sinema izleyicisi ve filmleri sadece izlemeyip aynı zamanda içselleştiren gerçek bir sinema aşığı olan babacığıma bir "En iyi Baba" heykelciği almadan döndüm oralardan. O gün bugündür bu benim içimde dert olmuştur... Bir daha benim yolum düşer mi bilmem. Düşse de artık bu ödülü vereceğim sevgili babam hayatta değil maalesef. Ancak siz siz olun, eğer yolunuz Hollywood'a düşecek olursa bir tane "Best Father" bir tane de "Best Mother" heykelciği almadan dönmeyin sakın. Yanlış heykel almayın diye özellikle İngilizce isimlerini söyledim bu sefer. Aklınıza başka bir şey gelmesin...

Bu seneki adaylar hakkında hiçbir fikrim yok açıkçası, henüz hiçbirini seyretmedim. Dolayısıyla yine bir hayal kırıklığı yaşamam diye bir durum söz konusu değil. Seyredip göreceğiz artık. Ne diyelim, hak eden kazansın (!)

Şimdilik bizden bu kadar. Esen kalın...

1 yorum:

  1. Babana o heykeli versen reddedecek kadar kaliteli bir adamdı....sen ona sevgin saygın ve onu model alan birçok hareketin ve davranışınla ( öyle ki bu hareketleri halen halen görüyorum ...bıyık gibi )bu ödülü bir çok kez verdin .....

    Kendisini sevgi ve rahmetle anıyoruz...

    Gökhan Kürşat Uysal...

    YanıtlaSil

Yorum yazarak bize destek olabilirsiniz !