gazino etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gazino etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Mart 2011

Geçmiş olsun İbo!

Ülke iki gündür İbrahim Tatlıses'in vurulması haberiyle çalkalanıyor. Hiç beyazlamayan(!) kömür karası saçları ve bıyıklarıyla İbo'ya ölümü konduramıyor insan. Kendisinin kameralar önündeki o sıcakkanlı ve sevecen tavrının aksine, özel hayatında çevresindekilere karşı son derece hoyrat ve kaba bir insan olduğundan şüphem yok. Olayı duyunca "Ya birinin hakkını yemiş ya da birine kabadayılık yapmıştır" diye geçti aklımdan. Çevremde konuştuğum birçok kişiden de buna benzer yorumlar duydum.

Öte yandan televizyondan izlediğimiz kadarıyla, geniş bir hayran kitlesi karalar bağlamış, şimdiden yas tutuyor. Seveni çok İbo'nun... Urfa'dan otobüsler dolusu hısım İstanbul'a doğru yola çıkmış. Ülkemizin bilindik ünlüleri kara gözlükleri ile bu sefer Teşvikiye Cami yerine hastane önünde toplanmış, sevgi ve üzüntü dolu mesajlar veriyorlar. Adamda para olunca dayağı bile tatlı oluyor. Geçmişte İbo'nun hışmına uğramış dayakzede hatunlar dahi tekmili birden hastane önünde ve gözyaşları içinde:

- Sevgi dolu bir insandı...

Başbakan dört kez telefonla arıyor, yetmiyor bir de kalkıp bizzat hastaneye geliyor, doktorlara ne gerekiyorsa yapmaları talimatını veriyor. Sanki demese yapmayacaklar...

***
Ben de İbrahim Tatlıses'i severim aslında . İbo Türkiye'dir... İbo'nun hayatı ve otuz senelik kariyeri, Türkiye'nin son otuz sene içinde nereden nereye geldiğinin de kısa bir özeti gibidir.

70'li ve 80'li yıllarda Türkiye'de türkçe müzik dinlemek neredeyse ayıplanacak, utanılacak bir şey sayılırdı. Gece kulüplerinde, arkadaş toplantılarında filan türkçe müzik çalmak kimsenin aklına dahi gelmezdi. Öte yandan, bu yabancı müzik özentisinin yanısıra köklü bir de gazino geleneği vardı. Kaliteli Türk Müziği bu gazinolarda dinlenirdi. Türkü ve arabesk ise kelimenin tam anlamıyla hor görülür, aşağılanırdı. O zamanlar bu tarz müzik, şehir hayatına adapte olamamış, ezilen sınıfın müziği olarak bilinirdi. Eğitimli ve ince zevkleri olan kesim ise ecnebi müziği tercih ederdi.


Bugün Türkiye'nin geldiği nokta ortada. O zamanlar küçümsenen arabesk, tüm yan ürünleri ile birlikte gelişip serpildi ve bugün ülkenin hakim kültürü oldu. O zamanın ezilen, "dışarlıklı" denilen kesimi, bugünün yöneten kesimi oldu. Ve yine o zamanın hor görülen İbrahim Tatlıses'i de, bugünün özel jetiyle gezen büyük sanatçısı ve işadamı oldu.

Hatta ve hatta günümüz Türkiye'sinde, bu sefer eğitimli ve ince zevkli insanlar artık neredeyse dışlanır ve hor görülür oldu. Tabii burada eğitimli ve ince zevkli diye nitelediğimiz kesimin "The Shit" adlı yazımızda bahsettiğimiz Amerikalı Türkler olmadığının da altını çizelim.

Hangisi doğru, hangisi yanlış, orası sizlerin yorumuna kalmış...

***
Aslında gayet kötü bir film olmakla beraber, başrolünde Metin Akpınar'ın oynadığı "Abuzer Kadayıf" filmi İbrahim Tatlıses portresini çok güzel çizmiştir.


***
Bendenizin de İbrahim Tatlıses ile iki kere yüzyüze karşılaşmam olmuştur. Birincisinde bundan tam yirmi sene önce Çeşme Altınyunus Oteli'nde gecenin çok geç bir vaktinde otelin teras barında rastlamıştım kendisine. Neredeyse gün ağıracak, ortada kimsecikler yok. Sadece ben ve ayıptır söylemesi yanımda manitam, eğlence dönüşü sabahı bekliyoruz. Baktık altında şort, üstünde atlet, ayağında şıpıdık şıpıdık terliklerle İbrahim Tatlıses çıkageldi. Babayı uyku tutmamış anlaşılan. Biz de hemen " Vay! İbrahim Abi" şeklinde laf attık tabi. Orada sabah vakti bir müddet laflamıştık.

Bir keresinde de Mercedes'te çalıştığım yıllarda, bizim ofislerin hemen altında bulunan teşhir salonundan " Hüoooop! Heeeeey! " şeklinde bir bağrışmalar gelmişti. Normalde bizim oradan satış olmamasına karşın, boş durmasın diye teşhir salonuna güncel otomobil modellerinden koyardık. Salon dediğim de kocaman, kubbeli filan bir yer; bağırışlar hamam gibi eko yapıyor. Aşağı doğru kafamı uzattım, bir baktım ki bağıran İbrahim Tatlıses. Her zamanki teklifsiz ve aşırı özgüvenli tavrıyla, şöhretini kullanarak güvenliği atlatmış, soluğu otomobillerin yanında almış. Hüooooop! diye bağırarak ilgilenecek birini çağırıyor anlaşılan. Ben indim, kendisiyle ilgilendim. Sevgilisi Asena'ya araba bakıyormuş baba (!) Kendisini güzelce ağırladık, bilgi verdik, oradan satışımız olmadığını belirterek, nazikçe yetkili bir bayimize gönderdik. O günden sonra da o bağırışlarını hiç unutmayıp, aklımıza geldikçe güldük.

Neyse , lafı daha fazla uzatmayalım. Sözün özü, bu iyi olmadı, hem de hiç iyi olmadı İbo. İnşallah en kısa zamanda eski sağlığına kavuşursun. Senin ve beraberinde Türkiye'nin gelecek maceralarını merakla bekliyoruz...

22 Ekim 2010

Haydaaa.... Atilla Maydaaa !

Bakırköy'de oturduğumuz çocukluk yıllarımda, evimizde televizyon olmasına karşın sıklıkla radyo da dinlenirdi. Özellikle beraberce yapılan Pazar kahvaltılarında bir yandan da radyodan TRT'nin Pazar Sabahı programını dinlemek adettendi. Söyleşi ve müzik içerikli programın bir bölümünde sunucu muhakkak tüm saz heyetini isimleri ile dinleyicilere takdim eder ve en sonunda da ritm saz üstadının adı ile "...ve Atilla Mayda " şeklinde takdimini bitirirdi. Yolda görse kimse tanımayacak olsa dahi, Atilla Mayda o yıllarda çok meşhur bir şahsiyetti. Ve yine o yıllarda birisi "Haydaaa ! " şeklinde bir nidada bulunduğu vakit, kendisini hemen "Atilla Maydaaaaa..." şeklinde tamamlamak çok sık yapılan bir espriydi. Bu sabah vapurda orta yaşın üstündeki iki arkadaştan ne zamandır duymadığım bu şakalaşmayı duymak pek bir hoşuma gitti. Ben de ne zaman birisinin "Haydaaa ! " dediğini duysam, zat-ı muhteremin ismi dilimin ucuna gelir, babamın zevkle bu cevabı tamamlayan sesi kulağımda çınlar; ancak ve ancak karşımdaki kişi belli bir yaşın üstündeyse ve ortam da buna müsaitse arada bir ağzımdan kaçırır, sıklıkla ise kendi kendime içimden söyler gülümserim. ( Foto : Sağ başta Sn. Atilla Mayda )


Yine aynı dönemin bir diğer ünlü ritm saz üstadı ise Güngör Hoşses idi. Atilla Mayda'dan farklı olarak daha ziyade canlı gazino programlarında dönemin ünlü şarkıcılarının arkasında sanatını icra eden Güngör Hoşses'in alameti farikası ise, programın bitişinde darbukasının derisini ayakkabısının topuğu ile patlatması, akabinde darbukayı kafasına geçirerek, sahneyi o vaziyette komik adımlarla ve seyircilere el sallayarak terketmesiydi. Bendenizin de dönemin ünlü gazinoları Maksim, Taşlık Şale, Aşiyan ve Lalezar'da, bir kaç kez çocuk gözlerimle bu mini şova tanıklık etmişliğim vardır. Her iki ustayı da buradan saygı ile selamlıyorum...


Eski gazinolardan bahsetmişken sevgili babamın aziz hatırasına bir kaç resim de bizden...