27 Mayıs 2012

Dostluk denizi

Kırkıncı yaşımıza böyle girdik. Doğum günümü kutlamak bugüne kadar hiç adetim olmamıştır ama bu da kırkın kerâmeti olsa gerek. Ne varsa dostlarda var. Hepinize sonsuz teşekkürler.

Tolga Al 03.06.2012 11:35 Erenköy


Cemile Sultan Korusu'nda THY/Opet kahvaltı organizasyonu. Şansa bakın ki benim doğum günüme denk gelmiş :)

Bu resimdeki en güzel unsur, teklifsizce ve kendiliğinden bize katılıp resme dahil olan sol baştaki çocuk. Kendisini tanımıyoruz. Çocuk olmak böyle bir şey işte :)


Bu durumda ben de Patrick oluyorum sanırım :P


Ofiste sürpriz pasta... (Kadir, Gizem, ben, Emine)

13 Mayıs 2012

Anneler günümüz kutlu olsun!



Bugün anneler günü. 13 Mayıs 2012. On üç de uğurlu sayılarımızdan biridir. Bakmayın kötü şöhretine. O çok iyi hem de muteberdir. Dün akşam Fenerbahçem şampiyonluğu kaybetti ama morallerimiz bozuk değil, omuzlar dik. Bal küpü bulmuş adama bir kaşık reçel kaybetmiş olmak koyar mı hiç?

Yarı uykulu yarı uykusuz bir gecenin ardından bu sabah yine de dinç ve enerjikim. Anamı ve kızkardeşimi bir araya topladım. Hep birlikte anneler günümüzü kutlayıp karşılıklı iyi dileklerde bulunduk. Mutfaktayız. Duygusal anlardan sonra annem konuyu dağıtmak maksadıyla:

- Akşama bir tane enginar var, zeytinyağlı. Onu yersin.

Ben:

- Yeter o bana. Zaten rejimdeyim.

Cumartesi akşamı, hem de Fener'in şampiyonluk maçı var biz rakı filan içmemişiz. Annem de şaşkın bu işe.

Soruyorum:

- Anneciğim, müsaadenle bu akşam iki kadeh rakı parlatalım bu enginarın yanında. Yazık, ağlamasın. Hani şu küçük minyatürler var ya yirmilik, onlardan.

Hayret! Olacak iş değil. Tolga rakı içmek için annesinden izin istiyor.

Bizde kaç gündür bi haller bi değişiklikler olduğunun o da ucundan köşesinden farkında. Muzip muzip ve kinayeli soruyor :

- Sebebi ne ki?

Aynı muziplikle cevap veriyorum:

- Sana olan sevgi ve saygımdan. Bugün anneler günü değil mi yahu?

Karşılıklı gülüşüyoruz, gözlerimizle anlaşıyoruz.

Efendim!

Tüm annelerin ve anne adaylarının ve de özellikle Fenerbahçeli yeni anne adaylarının anneler gününü tüm kalbimle kutluyorum. Bize her gün anneler günü.

Ama babaları da bu kadar ihmal etmeyelim, bu kadar ezmeyelim yahu. Yazıktır, günahtır. Onlar da insandır, onlar da can taşır :)

Sevgiler, saygılar, hepinize iyi Pazarlar efendim.

Sağlıcakla kalın.
-----------------------------------------
Ek:
Sami bizim yazıyı okumuş kendi ayfonundan. Demin geldi yanıma, bize bozuk çalıyor:
- Mutfakta biz de yanınızda değil miydik? Yahu biz adam değil miyiz? Kalbimi kırdın.
- Özür dilerim Sami'ciğim. Haklısın. Gönül koyma. Sen bu evin prensisin.

Tolga Al  13.05.2012  11:13  Erenköy

12 Mayıs 2012

Tıraş muhabbeti


Bugün günlerden 12 Mayıs Cumartesi. Yani 12.05.12. Uğurlu sayılarımın hepsi bir arada. Möhem gün, akşam düğünümüz var, malüm.

Sabah da erkenden dikildim ayağa. Biraz gazetelere baktım, biraz nette dolandım filan. Bir çay. Üzerine bir kahve, bir çay daha. Kesmedi...

Dedim ya akşam düğünümüz var. "A be! Madem öyle, bi damat tıraşı olasın be yav..." dedim kendi kendime.

Bizde saçlar çabuk uzuyor. Babamın da öyleydi, rahmetli. İki haftada bir tıraş, habire tıraş; para dayanmıyor. Hiç de huyum değildir ya,  pintiliğim tuttu nedense şu son iki aydır; Kadıköy'de eşek tıraşı oluyorum on kağıda.

On yıllık berberim Mahir, adı gibi de Mahir'dir hani; haftaiçi beni aradı telefonla, sitem etti.

Dedim ulan, madem akşam düğünümüz var; bize yirmibeş liralık kafa yakışır. Aradım Mahir'i telefonla, dükkan hemen bizim arka sokak, Ömer Paşa. Sordum orada mısın? diye. Dedi, abi gel buyur.

Ayağımda eşofman altı, bi hırka aldım sırtıma. Taktım terlikleri de ayağıma, bizi bu saatte kim görecek. Şıpıdık şıpıdık, Mahir'in dükkanda aldım soluğu.

Olmayan kaynanam da beni seviyormuş hani. Baktım dükkanın önünde kahvaltı masası kurulmuş; bizim berber Mahir, abisi Servet ve bakkalımız Rize'li İbrahim birlikte kahvaltı ediyorlar. Mahir'in dükkanı eskiden oturduğum İbrahim Bey apartmanının hemen karşısı. Esnafın hepsi tanış, ahbap, dost.

- Selamun Aleyküm Ağalar ( gülerek ve el sallayarak )
- Vay benim güzel abim. Sen nerelerdesin?
- Göçük altındaydım, üzerime duvar kapaklandı ( içimden )
- Buralardayız be Mahir'im. Denk gelmedi, gelemedik. ( Kadıköy ayıbımızı açık etmiyoruz.) Hadi dedim bu akşam düğün var biliyorsun, geleyim kardeşimde  bir tıraş olayım. ( Bizim aynı espri  yine)

Kapı önünde biraz laflama, bir kaç bardak çay. Neyse, geçtik içeriye tıraşa.

Berberde ne konuşulur? Maç muhabbeti:

- Abi, akşam maç ne olur?
- 3-0. Mehmet Topuz'un golü var.
- Bırak şimdi!
- Nasıl bırakırım, deli gibi seviyorum.

Gülüşmeler...

Yan koltukta da Mahir'in abisi Servet başka bir adamı tıraş ediyor. Biraz da suratsız bir adama benziyor. Hangi takımı tuttuğu henüz muamma.

Bu arada, benim Mahir Fenerli, abisi Servet ise Galatasaraylı.

Aman Tolga, dilini tut. Bilirim huyundur. Bazen tutamazsın, dostlara gönül koydurursun.

- Abi ciddi soruyorum. Maç ne olur sence akşam?
- Sevgili Mahir! Sen "Karate Kit" diye bir film vardı eskiden, seyrettin mi? Filmin son sahnesinde rakip, cevval sarı bir oğlan, yapılı mapılı bir şey; çıkar ringe kızgın boğalar gibi, burnundan dumanlar çıkararak. Bir oraya bir buraya  saldırır önce. Filmin esas oğlanı sakin sakin izler onu köşesinden, son derece de emindir kendinden . O boğa, tozu dumana katarak koşa koşa gelir üzerine de, esas oğlan şöyle hafifçe bi vurur. Tık. Müsabaka biter.

Gülüşmeler, gülüşmeler. Yan koltuktaki adam da gülümsüyor. Sanırım o da Fenerbahçeli.

Bir yandan biz tıraş olurken, arkamızdaki duvarda asılı duran televizyonda da bir spor programı yayınlanıyor. Günün gazete manşetlerini veriyorlar. Dördümüz birden  aynadaki aksinden onu izliyoruz.

Ekrana bir gazete kupürü geldi. Fatih Terim'in o bildiğimiz Perşembe pazarı gibi birbirine girmiş, terlemiş, azarlayan, bağıran suratı. Manşet : Kazanacağız! . Fatih Terim'in el de havada, parmak sallanıyor hışımla.

Mahir'e seslenerek:

- Bak! Al işte sana boğa. Burnundan soluyor. O var ya şimdi, içi içini yiyiyordur. Takımın da tüm psikolojisini alt üst ediyordur.

Dördümüz de aynadan takip ediyoruz. Gülüşmeler, gülüşmeler.

Derken hemen arkasından, bizim Aykut Kocaman'ın olduğu başka bir gazete küpürü gelmesin mi ekrana. Aykut'un her zamanki kendinden emin hali. Kollar birleşmiş. Yüzüne yayılan belli belirsiz bir gülümseme. Manşet: Zafer inananların olacaktır. 

Alın işte, dedim.

- Bizde öyle Harrrr! Hurrrrr! yok. Biz kanaryayız arkadaşım, şakırız.

Gülüşmeler, gülüşmeler.

- Abi senden iyi amigo olur he. Nerden aklına geldi şimdi bu? ( gülerek ) Nerden neyi bağladın.
- Yok be Mahir. Nerde bizde öyle gümbür gümbür ses. Biz anca işte böyle inceden fısıldarız.

Yandaki adamın tıraşı benden önce bitti. Kalkarken bize bir de selam verip, sıhhatler olsun dedi. Allah razı olsun kendisinden.
Derken bizim tıraş da bitti. Mahir geçti arkama. Birlikte eserine bakıyoruz.

Mahir sordu:

- Nasıl olmuş kafa abi ?

Bizde cevap hazır:
( içimden muzip muzip gülerek)

- Helal olsun be Mahir! On üzerinden Onİki...



Haydı kalın sağlıcakla. Şimdilik bizden bu kadar. Gününüz neşeyle dolsun; herkesin dilekleri gerçek olsun.



Tolga Al    12.05.2012  10:48  Erenköy

















9 Mayıs 2012

Arabada elini tutmak ne güzel




Sabah, mesainin başlamasına yarım saat kala, altı arkadaş küçük yuvarlak bir masanın etrafında toplandık. Hem çay, kahve, sigara içiyoruz hem de oradan buradan laflıyoruz. Konu döndü dolaştı yaş mevzuuna geldi. Arkadaşlardan biri:
- Yaa, Abi sen de ne kadar genç duruyorsun. Kaçtı yaş?
- Kırk. Senin ?
- Otuz dört. Ama ben kendimi yirmi dört gibi hissediyorum.
Masada gülüşmeler, bu lafı eden arkadaşın kafada tek tel saç yok iyi mi. O an dikkat ettim, masadaki altı kişiden üçünün saçları sıfıra kazınmış, diğer ikisi ise normal, eh işte.
- Ulan! dedim; aranızda en yaşlı benim ama, en çok saç bende. Baba tarafından garantili. O da öyleydi; rahmetli öldüğünde kafasında benden çok saçı vardı.


Yine gülüşmeler...

- Abi, senin ruhun genç.
Benden cevap:
- Yok be kardeşim. Valla ben sana bir şey diyeyim mi? Bence ruhun yaşı diye bir şey yok. Beden yaşlanıyor, evet. Ama ruh neyse o işte, öyle kalıyor. Ne genç ne yaşlı. Ruh için yaştan söz edilemez.


Derken Sami Abi geldi katıldı aramıza, bizim Sami Hoşgören, nam-ı diğer "Solak Sami". Bazıları arkasından deli meli der ama Sami Abi çok iyi ve temiz kalpli bir insandır. Konuştuklarımızı işitmiş gelmiş.

 
Önce selamlaşma, herkesle tokalaşma ve hal hatır sormadan sonra lafa girdi:

- Gençler, dedi. Ben ne düşünüyorum biliyor musunuz? Bence bu ömür dediğin, arabayla yolculuk etmek gibi bir şey. Herkese bir araba verilmiş. Ama bu yolculukta, öyle üç senede bir model yenileme, arada benzin istasyonunda durup benzin takviyesi yapmak filan yok. Herkes arabasına binmiş, bir istikamete gidiyor. Benzin bitene kadar. Benzin bitince hepimiz arabayı terkedeceğiz.


Ulan deli meli deriz, Sami Abi tumturaklı laflar ediyor. Herkes kulak kabarttı, o devam etti:

- Onun için arabayla giderken, arabanın dışıyla, boyasıyla, kaportasıyla filan o kadar fazla ilgilenmeyeceksin ama bakımını da ihmal etmeyeceksin. Dikkatini o an radyoda çalmakta olan müziğe vereceksin. Ne çok hızlı ne çok yavaş. Ne en solda ne en sağda, ortada bir şerit tutturup gideceksin. Hee, bir de yanındaki koltuğa halden anlayan güzel bir yol arkadaşı oturtabilmişsen ne mutlu sana. Bir yandan da sağ elinle, onun elini tutup, koklayıp, öpeceksin. Gerisi yalan. Nerede tırak, orada bırak. Hadi bana müsaade...

Sami Abi'nin sözleri bir an masanın ortasında havada asılı kaldı sanki. Altımız da sustuk bir üç saniye kadar. Herkes birbirine baktı. Sonra o havayı dağıttık, Sami Abi'yi uğurladık. Tekrar sohbet, espriler... Mesainin başlama saati olan 08:30'a kadar bir sigara daha sıkıştırdık. Sigaralarımız bitince hepimiz ofislerimize dağıldık.

 
Ah be Sami Abi. Biraz deli doludur, bazen çok konuşur ama ne de hoş abimizdir.

 
-------------------------

Acar Foto Bulanık muhabirimiz Tolga AL olay yerinden canlı olarak neşretti. 09.05.2012 09:41 Yeşilköy


8 Mayıs 2012

Ümit


Kadıköy'de Fazıl Bey Kahvecisi'nde, hem de hemen biraz önce yaşadığım olayı naklen anlatıyorum:

Yan masamda oturan yetmiş yaşlarında iki teğze, kalkmaya hazırlanırken aralarında konuşuyorlar, ay kahve kaç lira burada acaba diye. O kadar dip dibeyiz ki dayanamadım, ben cevap verdim:
- Dört buçuk lira teğzecim. İkisi dokuz lira. İsterseniz garsonu çağırayım.
- Ay bi zahmet evladım.
- Garson! Yan masanın hesabı lütfen.

Garson gele dursun, aralarında konuşmaya devam ediyorlar.

- Geçenlerde başka bir yerde bir kahveye on lira ödedim.
- Yok artık.
- Ay vallahi. Bi mantıcıydı.

Muziplik bu ya, araya giriyorum:
- Teğzecim, kendisi mantıcıymış ama fiyatları mantık dışı.

Karşılıklı gülüşmeler gülüşmeler.

Teğzelerin bana kanı kaynadı. Gözümde de güneş gözlüğü var. Biri kalkarken sordu:
- Ay yoksa senin adın Ümit mi? Ne kadar benziyorsun bizim Fahriye'nin oğluna.

Bugünlerde bizde muziplik gani:

- Ah be teğzecim keşke Ümit olsaydı. O kadar ümitsiz durumdayım ki.

Gülüşmeler, gülüşmeler, kahkahalar...

Haydi, yolunuz açık olsun teğzeler.

Vay be, Foto Bulanık canlı yayına geçti. Savaş açtım ulan sana feys book; isminde memenet yook. Yaşasın Foto Bulanık.


Acar Foto Bulanık muhabiri Abbas Yolcu 08.05.2012 15:50



6 Mayıs 2012

Parkta küçük bir gezinti


Mozart: Piano Concerto No.21 in C major, K467, Andante by Mozart on Grooveshark


Bugün, caddenin kalabalık kesimlerinde epey bi sürttükten,
Kafamı da iyice şişirdikten sonra,
Ayaklarım beni istemsiz bir şekilde Göztepe parkına getirdi.

Ve belki inanmayacaksın, hayatımda ilk kez,
Haydi yalan demeyeyim, bir kez de çocukken gelmiştim,
Hatta o zaman bir de lunapark vardı burada.

Evet ilk kez, Göztepe parkından daldım içeri.

Aman Allah'ım, sanırsın bir cennet bahçesi.
Hani ilham perilerinin izini sürüyoruz ya,
İşte o perilerin mabedi.

Birazcık ilerledim ki,
Yasemenler, sümbüller, türlü türlü çiçekler,
Sana hoşgeldin diyor;
Onlara koro halinde akasyalar eşlik ediyor,
Her taraftan çocuk sesleri geliyor.
Sanırsın ki çocuklar ülkesi...

Önce uzun uzun, içime çeke çeke dolaştım bi tüm parkı.
Sonra usulca çöktüm, şöyle çocukları seyredebileceğim bir banka.
Bir de sigara yaktım, seyre daldım onları.

Offf! Nasıl da kafam şişmiş, yorulmuşum.
Şu Arnavut damarımdan bazen nefret ediyorum.
Bir kez haykırmaya başladım mıydı,
Kendi sesimden başka hiçbir şey duymuyorum.
Bak şimdi, nasıl da kendimden utanıyorum.

Bir kaç nefes çektim sigaradan,
Şöyle biraz rahatladım, bi sakinlik geldi.

Derken, küçük bir nota,
Havada süzülerek geldi kondu omzuma.
Sanırsın ki Mozart'ın 21 numaralı Do
majör piyano konçertosundan kaçmış,
Hem de andante bölümünden.
Küçük bir kız çocuğu On iki yaşında,
Muhakkak ki bir obua.

Sihir gibi bir şey fısıldadı kulağıma: "Bul beni!"

Aman Allah'ım! Tabii ya.
Çocukları seven biri,
Buradan başka nerede olabilir ki?...

Hepimiz çocuktuk bir zamanlar,
Şimdi büyüdük eşek kadar olduk,
Bak işte, eşek eşek işler yapıyoruz.

Ah güzeller güzelim, kıymetlim!
Senden öğrenecek daha ne çok şeyim var benim.

Kaç gündür yüreğim nasıl da dardı,
O an birden ferahladı.
Yüzüme bir gülümseme kondurdum.
Parkı terketmeden,
Bir de küçük hayal kurdum.

Şu parkta,
Şu neşeli çocukların arasında,
Oyuna dalmış küçük bir çocuk olsam keşke ben de dedim.

Sonra uzaktan senin sesini duysam.
Seslensen bana Tolga! diye, haydi artık gidiyoruz.
Tıpış tıpış varsam yanına.
Senle gidip, küçük, minicik, kutu gibi bir evin içine girsek.
Kapısını da içeriden kitlesek.
Mutlu mesut,
Yaşayıp gitsek...


Tolga Al 06.05.2012 19:15 Göztepe Parkı