14 Şubat 2012

14.Şubat Özel


(İlk yayınlanma tarihi: 14.02.2011)

Çok eskilerden aklımda kalmış bir hikaye vardır.

Vakti zamanında genç, yakışıklı bir asker, korumakla görevli olduğu sarayın prensesine aşık olur. Hovarda bir kız olan prenses, genç askerin duygularıyla dalga geçmek için ve sırf eğlence olsun diye ona şöyle der:

- Eğer ki yüz gün boyunca hiç ara vermeden odamın balkonu altında nöbet tutarsan sana varırım.

Sevdiğine kavuşmak için her şeyi göze alabilecek kadar yiğit ve gözüpek olan genç asker umutla nöbete başlar. Yağmurlar yağar, karlar yağar nöbeti terketmez. Aç kalır, bitap düşer, nöbeti terketmez. Gelen geçen dalga geçer, üzerine bir şeyler atarlar, nöbeti terketmez.

Genç asker bir şekilde, gönlüne düşmüş aşk ateşinin verdiği güç ve azimle doksan dokuz günü tamamlar. Yüzüncü günün sabahı, şafak sökerken, bizim yürekli asker... bir karşıki dağların ardından doğmakta olan güneşe bakar, bir kafasını kaldırıp yukarıdaki balkona bakar... görev mahallini terkeder. O uzun doksan dokuz gün boyunca neler görmüştür neler...

Bizim gençliğimizin de büyükçe kısmı balkon altlarında böyle nöbet tutmakla geçti. Bazısı balkondan bakıp bizle dalga geçti. Bazısının orada olduğumuzdan haberi bile olmadı, bakar da görür diye umduk. Bazısı sırf inat olsun diye bizi orada dikti, kimi zaman sırf antrenman olsun diye biz gönüllü bekledik. Bazısından yalanlar dinledik, asker koleksiyonuna bir parça da biz ekledik.

Velhasıl, hiç kimse doksan dokuz mübarek günden birinin dahi sabahında, elinde bir tas çorba, bir parça ekmekle yanımıza inip de, başımızı okşamadı.

Zaten öyle olacak olsaydı, bu hikaye de böyle anlatılmazdı...

Kıssadan hisse, galip sayılır bu yolda mağlup... Ne diyor Nazım Hikmet :

" Tahir olmak da ayıp değil
Zühre olmak da...
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Bütün iş Tahir'le Zühre olabilmekte
Yani yürekte... "

Aşk için onca söz söylenmiş, onca şarkı yapılmış, ki kendimce derlediğim naçizane bir demetini aşağıda sizlerle paylaşmak istiyorum; yine de bu işin içinden çıkabilen olmamış. Herkes bir ucundan tutuyor işte... Kimi kendini dağlara tepelere vuruyor, kimi şiirler yazıyor, kimi de sevdiğini öldürüyor. Soruyorsun neden öldürdün? Çok seviyordum diyor...

Tolstoy buyurmuş ki, dünyada ne kadar sayıda kelle varsa, o kadar farklı çeşitte aşk vardır. Herkes kendince yaşıyor, tarif ediyor. Ama ben en çok Aşık Veysel'in tarifini seviyorum:

" Oğlan kızı sever, kız başkasına varır, aşk olur... "

Sevgililer gününüz kutlu olsun efendim. Aşksız ve tasasız kalmayın...

Madem ki buraya kadar zahmet buyurdunuz, sitemizi teşrif ettiniz; sizi eli boş göndermiyoruz. Her seferinde boğazımın taş yutmuş gibi düğümlendiği ve yutkunmakta zorlanarak seyrettiğim, bence tüm zamanların en güzel aşk filmlerinden biri olan, başrollerini Clint Eastwood ve Meryl Streep'in paylaştığı "Madison County Köprüleri" filminden unutulmaz bir sahneyi seyrinize sunuyoruz. Hafızalarımızdan silinmeyen o meşhur repliği de bu vesile ile bir kez daha hatırlıyoruz : " Tanrım ! Neyi bekliyor bu adam ?..."



Sizi bu kadarla da göndermiyoruz... Yanında bir de el emeği, göz nuru, kendimce derlediğim "Radyo Bulanık - Seçme 101 Aşk Şarkısı" listesi müessesemizden hediyedir. Bir kısmı hatıratımızda da yer etmiş olan, her dem severek dinlediğimiz yüz bir adet seçme aşk şarkısını, aşağıda sizlerle paylaşmak isterim. Bu liste aslında uzayıp gider, lakin yerimiz dar. Ölmez de sağ kalırsak, seneye yine bugün bazı ilaveler yaparız inşallah.
Hem kulağınızın hem de kalbinizin pasını silmesi dileğiyle, şimdilik bizden bu kadar... Esen kalın !