17 Şubat 2011

Merhaba !


Tolga Bey'in blogunu bir süredir takip etmekteydim. Bu vesileyle başlayan arkadaşlığımız neticesinde, ricasını geri çevirmeyerek bundan böyle bendeniz de arada sırada göndereceğim yazılarla bu hatıra defterine katkıda bulunmaya çalışacağım. Beni bu şekilde onurlandırdığı için öncelikle kendisine buradan teşekkürlerimi sunmak isterim.


Mesleğim gereği sıkça seyahat ettiğimden, hem yurtdışındaki vaziyet ve Türkiye gündeminin oralardan görünüşü hem de Türkiye'de olduğum zamanlarda memleketimizdeki cemiyet hayatı ve intelijensiya hakkında yazacağım yazılarla, çorbaya biraz çeşni katacağımı ümit ediyorum.


Kendimden söz etmeyi fazla sevmem, bu sebeple gazetecilik mesleğiyle iştigal ettiğimi ve halen aylık bir derginin editörlüğünü yaptığımı belirtmek, başlangıçta kendimi sizlere tanıtmak için yeterli olacaktır umarım.


Seyahat demişken, neyse ki bu hafta uzunca bir aradan sonra İstanbul'a gelme fırsatı bulabildim. Bülbülü altın kafese koymuşlar, vatanım demiş. Bizimki de o hesap, bulduğum her fırsatta birkaç günlüğüne de olsa doğduğum büyüdüğüm bu şehre gelmeye gayret ediyorum. Hoş, her geldiğimde biraz daha kalabalıklaşmış, biraz daha bozulmuş buluyorum ya... Neyse, daha ilk yazımızdan " Ah! o eski günler..." diyerek okuyucuyu sıkmayalım.


Yine de, birkaç gün önce tanık olduğum bir olayı sizlerle paylaşmadan geçemeyeceğim...


Efendim! Ne zaman İstanbul'a gelsem, bizim eski fakülte tayfasından çocuklar, eksik olmasınlar beni yalnız bırakmazlar, bir akşam muhakkak buluşur, hem eski günleri yad eder hem de memleket meseleleri hakkında laflarız. Bu buluşmalar için tercih edilen mekan genelde bizimkilerden birinin müdavimi olduğu ya bir balık lokantası ya da bir meyhane olur. Lakin benim biraz tembelliğime geldiğinden, hem de bir değişiklik olsun diye bu sefer ben kendilerini kaldığım otelin restoranına davet ettim. İsmi lazım değil, İstanbul'un lüks otellerinden biri ve sonradan öğrendik ki bu otelin restoranı da en az kendisi kadar ünlü ve müstesnaymış meğer...


Akşam saat sekiz gibi dört kafadar buluştuk. Üniversite yıllarından beri çok yakın dostlarım olan Faik, Recai namıdiğer "Cingöz" , Cevat ve bendeniz Sami. Yine o yıllarda arkadaşların taktığı lakapla "çatlak" Sami... Rezervasyonu gündüzden yaptığım için hemen bizim için ayrılan masaya yerleştik. Enternasyonel mutfaktan ürünler sunan bu şık restoranda haydi bizler de ortama uyalım dedik ve rakı yerine bu sefer şarap içmeye karar verdik.


Önden gelen çeşit çeşit ve lezzetli mezeyle biraz açlığımızı bastırdıktan sonra nihayet hem sohbete hem de biraz çevremizle ilgilenmeye başlayabilirdik... İlk Recai'nin dikkatini çekmiş; bize de kafasıyla işaret ederek gösterdi. Yemek salonu neredeyse tamamen doluydu. Bunda yadırganacak bir şey yoktu. Ancak müşterilerin yarısından fazlasını otuzlu yaşlarında bulunan çiftler oluşturmaktaydı ve her masada karşılıklı oturan çiftlerin yanlarındaki boş sandalyelerde belli ki içinde hediye olan şık poşetler bulunmaktaydı.


İşin aslını masamıza bakan genç garsondan öğrendik. O gün 14.Şubat'tı. Tabii yaa... Konuşkan bir genç olan garsonumuz bize ilave bilgiler vermeyi de ihmal etmedi. Efendim, bu özel gün için çok özel bir kampanyaları varmış, bir internet sitesi üzerinden rezervasyon yaptıran çiftlere yemeklerde % 50 , içeceklerde % 20 özel indirim uyguluyorlarmış. Adını söylediği bir kredi kartı ile ödeme yapanlara tüm ürünlerde ilave bir % 5 indirim daha uygulanıyormuş. Bir de ayrıca bir kulüp sistemleri varmış. O kulübe üye olanlar senede üç kere aynı şartlarla burada yemek yiyebiliyorlarmış. Ancak rezervasyonu 14.Şubat gününe denk getirebilmek için aylaaar aylar öncesinden girişimde bulunmak lazımmış, çünkü o gün için talep çok oluyormuş...


Bombayı Cevat patlattı:


- Yahu ! dedi. Bizim gençliğimizde seyrettiğimiz filmlerde Clark Gable veya Gary Cooper "köşede güzel bir İtalyan lokantası" bilir, manitasını oraya götürürdü. Türk filmlerinde ise genelde yaşlı bir rum tarafından işletilen tahta masalı, salaş bir balıkçı olurdu. Biz de böye gördük, özel günlerde flörtlerimizi ,nişanlılarımızı, eşlerimizi hep böyle yerlere götürdük...


Dediklerinde doğruluk payı vardı... Şahsi gözlemim olarak yurtdışındaki örneklerinde gördüğüm kadarıyla bu tarz restoranlar, daha ziyade iş yemekleri için tercih edilen mekanlardır. Cevat'ın bu tespiti üzerine yaşını başını almış biz dört şaşkoloz, yemeği bırakıp diğer masaları izlemeye koyulduk. Önce müstehzi bakışlarla göz gezdirirken, daha sonra biraz utana sıkıla bakmaya başladım. Çiftlerde genel bir tedirginlik hali olduğu açık seçik görülüyordu. Erkeklerin pek de sık girmedikleri bu lüks ortamdan sıkıldıkları belliydi. Hanımlarda ise daha ziyade, çevrelerinde kendileriyle aynı amaçla, aynı kampanyayla gelmiş ve aynı şekilde yan sandalyelerinde hediye poşetleriyle oturan birçok çift bulunduğunu bilmekten kaynaklan bir rahatsızlık sezilmekteydi. Biz morukların aksine çiftler, diğer masalara bakmamaya ve kimseyle gözgöze gelmemeye özen gösteriyordu. Bu durum beni biraz üzdü açıkçası...


Özenerek gelinmiş bir akşam yemeğinin bir sıkıntı vesilesi olması gerçekten üzücü. Ama yeni nesillerde sıkça gözlemlediğim bir husus var ki değinmeden edemeyeceğim. Özellikle belli bir zümre, kendini diğerlerinden farklılaştırmaya çalıştıkça, bu sefer çok daha dar bir prototipin içine hapsoluyor. Bu gençlerimiz farklılaşma yolunda sadece gündelik trendlerin ve televizyondan ya da internetten izledikleri dünyanın kendilerine sunduğu fiks menü listesine başvurdukları için, o akşam o restoranda yaşanan gibi "özelin banalleşmesi " vakaları da sıkça yaşanıyor.


Benim şahsi kanaatim o ki, her genç adamın, sürekli gittiği, gittiği zaman ismiyle ve saygıyla karşılandığı, bu gibi özel günlerde partönerini götürebileceği bir adresinin olması lazım gelir. Bu mekanın illa çok lüks ya da pahalı olması gerekmez. Orayı özel yapan, o iki kişi için özel olmasıdır. Ki bu da yeterlidir...


Sevgili eşim, hayat arkadaşım İffet Hanım'ın vefatına kadar bizim de böyle özel adreslerimiz vardı. Şimdi oraların yolunu bile unuttuk...


Neyse... Efendim! Bu ilk yazımızda sözü fazla uzatmayalım... Tolga Bey'in geleneğine uyarak, size esenlikler dilemek suretiyle bu yazıyı noktalayalım. Gecenin devamında ne oldu diye merak edecek olursanız, söyleyelim. Dört ihtiyarın gecesi nasıl noktalanırsa, bizim ki de o şekilde noktalandı. Allah'tan ki o gece otelde kalacağım için, kimse beni eve kadar taşımak zorunda kalmadı.


Bir dahaki yazımızda görüşüne kadar, esen kalın efendim...


Sami Hoşgören
İstanbul - 17.02.2011

2 yorum:

  1. Sami Bey, sitemizi teşrif ettiniz. Yazılarınızın devamını bekliyoruz. Sevgi ve saygılarımla. Tolga

    YanıtlaSil
  2. Evet bir kere ben de bu firsat sitelerinden bir restoran firsati yakalamistim! Unlem koyuyorum cunku firsat yakalamak muhim bir sanstir. Ama gel gor ki sayin Sami Hosgoren ben de aynen yazinizda sozettigiiniz gibi yakaldigim firsatimdan utandigimi ve memnun olmadigimi hatirliyorum o gece ile ilgili. Sanki garsonlar da mi bize ucuzcular diye bakiyordu ben mi oyle sanmistim???- kuzin Secil.

    YanıtlaSil

Yorum yazarak bize destek olabilirsiniz !